ABDULLAH:
Nazilli’ye çık
ta gel
Menderes gibi
akta gel
Gönülleri yak ta
gel
Nazilli’de
buluşalım
Festivalde
söyleşelim
Portakallar
çiçekteyken
Sevgi, saygı
petekteyken
Tüm güzellikler
yürekteyken
Nazilli’de
buluşalım
Hep beraber eğleşelim
Şehirler
insanlığa, uygarlığa olan hizmetleriyle değer kazanırlar.
O nedenle
amaçlarını gerçekleştirmek için özveriyle çalışır, birbiriyle yarışırlar.
Onları değerli kılan ve markalaştıran gerçekleştirdiği eserlerdir.
Şehirleri diğer şehirlerden
farklı, değerli ve önemli kılan hayat tarzı, kültür ve sanat dallarındaki örnek
ve başarılı çalışmaları, uygarlığa sunduğu eserler, gönülden yapılan işlerle
gerçekleşir.
Kültür ve sanat
ruhların zaferi, insanların doğa ile bütünleşmesi, hayatın keyfi, edebi ve
evrensel bir ihtiyaç, ulusal kültürümüzün, uygarlığın en önemli ve verimli
kaynağıdır.
Sanatın
konuşulmadığı, kültürün yok olduğu yerde karanlık kaçınılmazdır.
Bu sene
onuncusunu gerçekleştirdiğimiz, Nazilli Kültür
Sanat ve Edebiyat Festivalinin gerçekleşmesinde emeği geçen, başta Belediye Başkanımız
Sayın Haluk Alıcık, Kültür Müdürümüz Sayın Fatih Demir, festivalin organizasyon
yükünü omuzlayan sevgili Vedat Tuğrul ve belediyenin fedakâr çalışanlarına
teşekkür ediyor, siz değerli sanatsever dostlarıma,sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Hoşça vakit
geçirmenizi diliyor,hoş geldiniz diyorum.
ZEKERİYA:
Öncelikle sevgili Abdullah Hocamın bu sözlerini ve temennisini yürekten
katıldığımı ifade etmek isterim.
Bu vesile ile bizleri onurlandıran protokolün değerli üyelerine ve siz
değerli sanatsever dostları aramızda görmekten duyduğum mutluluğu ifade etmek
isterim.
Ne okursan ve nerede okursan oku,
İnsanlık haddini
bilmekte gizlidir.
Umuyor ve
diliyorum haddimizi aşmadan sizlerin hoşça vakit geçirmenizi sağlayabiliriz.
ABDULLAH:
Maşuk olacak ki
aşk olsun.
Bir deliye aşk
nedir diye sormuşlar.
Ben niye deli
oldum demiş deli.
Aşk gönülden
gönüle gelir, tercüman olur ona dil.
Öz, göz, gönül
aynı dilden konuşur.
Tüm acılar,
özlemler, sevinçler, erinçler yansır dizelere, aşk olur.
Cemal Safi’nin
dizelerinde ise vurgun olur.
(Vurgun şarkısı
okunabilir…)
Gözlerim uykuyla barıştı sanma,
Sen gittin gideli dargın sayılır...
Ben de bir zamanlar sevildim amma,
Seninki düpedüz vurgun sayılır..
Yalan mı söyledin göz göre göre,
Ne zaman dolacak verdiğin süre?
Gönülden gördüğüm takvime göre,
Aldığım her nefes bir gün sayılır..
Armağan ettiğin kutsal mendile,
Akarken içimi dağlayan çile,
Manavgat denilen çağlayan bile,
Benim gözyaşımdan durgun sayılır..
Ne kadar zulmetsen ah etmem sana,
Her iki cihanda gül kana kana...
Seninle Cehennem ödüldür bana,
Sensiz Cennet bile sürgün sayılır !..
ZEKERİYA:
Derde
düşmeye gör.
Nasıl da kördüğüm olursun kimsesizliğinle,
Koşup koşup da koparmış
gibi ipini,
nasıl da varamazsın
kendine,
Bilmezdim,
bu sevdaya düşmeden önce,
düşe kalka, yara bere
dizlerin, dirseklerin.
Kan çanağı gözlerin,
ağlayamazsın.
Gözkapakların bile hasret kalır birbirine.
Nice sevdalara
tanıklık etmiş bu topraklarda, nice sevdalar yaşanır da Sevgili Abdullah Hocam
yaşamaz mı? Dinleyelim bakalım kendisini, neler yaşamış?
ABDULLAH:
Ben de sevdim
bir zamanlar
Unutulur mu o
anlar
Aşkı ancak
sevenler anlar
Yandı yüreğim
kor oldu
İlkokul aşkım
Özgül’dü
Adı gibi gonca
güldü
Göz göze gelince
gülerdi
Yandı yüreğim
nar oldu
Sınıfımızın
kızıydı
Yüreğimde ince
sızıydı
Ele geçmez
tazıydı
Yandı yüreğim
har oldu
ZEKERİYA:
Ferhat bile
dağları delmiş Şirin için.
Mecnun çöller
aşmış Leyla’sı için.
Bunca aşk
hikâyeleri yaşanır, destanlaşır da, benim memleketimde de yaşanmaz olur mu?
Yaşanmış
elbette!
Bir inşaat
kazısı esnasında bulunan, 71 model murat 124 jantları, ışık tutar geçmişe.
Henüz kazı
çalışmalarının devam ettiği ve ilk buluntularda ele geçirebildiğim, tampondaki
“olameyor” yazısı ile başlayan hummalı çalışma ve sonuç.
Kel Amadınolu
İbram ile KapısızlanMemedingızıHatça’nın aşkı.
Kel Amadın İbram
içini bi dökmüş ki soma gitsin.
(fon müziği lov
stor)
Anangillendüğünevinegidiyodun
Elinde çanta,
Sırtında
morcivet manto vadı
İrimin başında
gaşıleştik
Kafamı çevirip
baktım yüzüne
Yüzün ay gibi
parleyodu
Şurama bişe
çakıldı
Az seninde
bakasın vadı emme
Olmadı, olamadı,
olameyor.
Aşamüstlene çok
sevedim
Arabenen sizin
irimden geçeken ara gazı veridim
Aragazını duyan
anan garı bubana haber saladı
Sen elinde desti
çeşme su doldurma gidedin
Ben çeşmenin
başında, susadım çeşmeye şarkısı çaladım
Bakışıdık, melun
melun bakışıdık.
Bubanolcek
adamın sesi yankılanınca irimin başından
Sen eve kaçadın
elinde desti, ben zetintalasının içinde arıbenenuçadım.
Az seninde
gelesin vadı emme
Olmadı, olamadı,
olameyor.
Bi gün canıma
tak dedi,
Akşam yer
sofrasında yemekteydi
Ben
Hatçeisteyom, isteverin dediydim
Anam kim Hatça?
Dedi
KapısızlanMemed’ingızı
Hatça dedim,
Dedim demesine
de bubamdanbi tepik yedim
Tepiği yiyince
aç ganım da doymuşdu
Evden
çıkakenbubam akamdan sövüp durudu
Anam
kapısızlangızına mı galdı olum deyip durudu
Olmadı, olamadı,
olameyor.
Anan garı benim
gızım Kel Amadın çulsuz oluna mı kaldı demiş.
Bubanolcek adam
da Kel Amadlaraverilcekgız yok ben de demiş.
Bubamlanbuban
yıllar önce kavga etmiş
Kavgaya muhtarın
gızı Aşa sebebmiş
Sen alcen ben
alcendeken
Balmatlıktabubambubanadövesemiş
Keşke
balmatlıktabubambubanadövmisemiş.
Bakışıdık, melun
melun bakışıdık.
Az seninde
varasın vadı emme
Olmadı, olamadı,
olameyor.
ABDULLAH:
“Bilmek” veya
“Bilmemek” diye bir şey yoktur, kişinin bilincinde, bilen ile bilmeyen ayrımı
yerleşmemişse öğrenmek gibi bir derdi de yoktur kişinin.
Oysa bütün
mesele bilmek veya bilmemektir.
Bir şeyi
bilenler her yerde uluorta öylesine konuşmaz, konuştuğunda da sözlerini ölçer
biçer ona göre söyler.
Her yerde olur
olmaz konuşup, söz söyleyenler de çoğu zaman söyledikleri sözün manasından
haberdar bile değildirler.
Bir Kızılderili atasözü der ki;
“Bildiklerini anlat, ama akıl vermeyi kalkma. Anlatılanları iyi dinle,
ama hepsini doğru sanma.
Sessiz kalmak bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok şey konuşmakta
çok şey bildiğini göstermez.
Her kesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek
akılsızlık, çok büyük görmekte korkaklıktır.
Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir.”
Ne demiş Konfüçyüs?
“Hiçbir şey
eyleme geçen cahillik kadar korkutucu olamaz.”
(Türkü devreye
girer)
“Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Sözüm yok şu
benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığıma
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Gidip başka dala sarıldığıma
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekân kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin”
Senden ayrı ben bir mekân kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin”
Değerli üstat Neşet ERAŞ ustaya saygı ile yâd ediyoruz. Ruhu şad olsun.
ZEKERİYA:
Yaşam, sevmenin iniş çıkışlarıyla renklenir.
Birini öyle seversiniz ki, kalbiniz acır sevmekten.
Size ait olan en değerli emaneti, canınızı bile verebilecek kadar tutkuyla
seversiniz.
Aşkın büyülü dünyasıyla tanıştığınızda, sevgi ruhunuzu ele geçirir, bir
gökkuşağının içinde renkten renge koşarken bulursunuz kendinizi.
Dünyada artık her şey tozpembedir.
Savaşlar, açlık, hastalıklar, aşkın büyüsüne kapıldığınız sürece
kaybolmuştur.
Sizin düşünecek daha önemli şeyleriniz vardır.
Aşk, düşler ülkesine yapılan en değerli yolculuktur.
Orada umut vardır, orada başka bir dünya ila tanışırsınız. Büyülü bir el
dokunmuştur dünyanıza.
Gökyüzünde süzülerek uçmak duygusu yaşanır, aşkın gizemli dünyasında.
Bazen binlerce metre yüksekten paraşütsüz düşmeye benzer aşk.
O nasıl anlatılması zor bir acıdır, nasıl bir ıstıraptır ki ancak yaşayan
bilir.
Bir anda bütün inançlarınız yıkılır.
O güne kadar bildiğiniz, inandığınız ve savunduğunuz her şeyin yalan
olduğunu düşünürsünüz.
Çektiğiniz acı sadece bedeninizi değil, ruhunuzu da parçalar.
Ayağa kalkmak istersiniz, düşersiniz, her yanınız kırılmıştır, tekrar
düşersiniz.
Bazen bir el uzanır, bazen etrafta kimseyi bulamazsınız.
Aradan zaman geçer.
Yaralarınız, kırıklarınız iyileşir.
Ruhunuz bile toparlanır ama kalbinizin orta yerinde hep bir iz kalır.
Vakit ilerledikçe, sürgün verir yürek, bahar gelir, bir yanınız coşmaya
meyillidir.
Bir kere tadına varmışsanız aşkın, kimseye söylemeseniz de, uykuya dalmadan
önce yalnızlığın ağır hüznünü hissedersiniz.
Bir ses, bir nefes ister gönül.
ABDULLAH:
Şiir, düşsel
olanla olmayanın çarpışmasıdır aynı zamanda.
İnsanın başını
döndüren, aşk çığlığıdır kimi kez.
Ne zaman
kapımızı çalacağı belli olmaz.
Aşk, beklenene
dönecekse eğer, bekleyenin gözü yoldadır, kulağı kapı zilinde asılı kalır.
Hem kör, hem
dilsizdir bekleyen!
Sensiz
yalnızlığa çörekleniyor geceler
Zaman artı bin
kere zaman oluyor
Geceler içinde
bir ben yapayalnız
Bir ben gözleri
uzun şimdi
Mutluluğa açıktı
oysa aralık kapılar
Zaman gene de
artı bin kere zamandı
Sensiz bir zaman
denizinde şimdi
Kıyılarına ölüm
vuran yalnızlığım kaldı
(YALNIZIM
DOSTLAR / ŞARKISI)
ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ)
Tepeden tırnağa sarhoşluğa dalmışım,
Ve seninle avunurken sol yanım
Ve sana düştüğümde kirpiklerimin
arasından
Keşke’ler yutarım sayfalar dolusu
Sen akşam olursun
Ben şiirler susarım
Sonra yokmuş gibi yapıp,
sinsice kanar sustuklarım.
Susmak…
Susmak hiç bu kadar zor olmamıştı,
İki kelime söylesem,
Nefesim ölecek gibi.
Bazen aşk…
Bazen aşk iki lafı bir araya getirememektir.
Seni dersin.
Tükenir…
Tükenir nefesin.
ABDULLAH:
Şiir, yüreğin
sesidir.
Ruh halleridir. Özlemler,
acılardır.
Yaralanan,
kırılan kalbin ıstıraplarıdır.
Sevdanın
güzellikleri, umudun acının sevdaya yüklendiği sorumluluktur.
Kaderdir,
talihtir.
İnsanın başını
döndüren, aşk çığlığıdır kimi kez.
Ne zaman
kapımızı çalacağı belli olmaz.
Bursa
akşamlarını bilmezsiniz siz
Yağmur yağar
cisilcisil
Kar yağar
inceden inceden
Vitrinlerde en
güzel kadınlar durur
Vurur vurur da
öldürmez ayrılık
Ayrılık dediğin
şeytan azabı
Bir kaşık suda
boğar insanı
Ağora
meyhanesine giderim
Şarap kokar, aşk
kokar, sen kokarım
Her kadehte
gözlerin güler
Bir bahar
yelidir eser Uludağ’dan
Kekik kokar,
ardıç kokar
Sen kokarsın
Yarı aralık
kapılarda muştular
Kadehler dolar
boşalır
Gözlerim
boşalmaz
Söğüt dalları
sarılır omuzlarıma
Gözlerinin
yeşili söğüt dalları
Tutar en güzel
şiirler okurum
İlan-ı aşk
ederim yeniden
Yeniden kadehler
dolar boşalır
Gözlerim
boşalmaz
(ŞARKI / BAK
YEŞİL YEŞİL)
ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ)
Her nereye
gitsem, farkı yok geceyle gündüzün
Ufkumda
kümelenmiş bulutlar renginde hüzün
Uyuyor gibiydin
sanki bembeyazdı yüzün
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
Esbabına
tevessül ederken uzak diyarlara
Maviliğini
yitirdi sular, daldılar karanlığa
Güneşin son
ışıkları çekilirken dağlara
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
Aklımdan bir bir
geçiyor senli anılar,
Uzun bir
yolculuk, sonsuzdu sanki yıllar
Nefesim buz
tutar, kopar içimde fırtınalar
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
Uzun bir
sessizlik içinde sensiz akşamlarım
Sensiz bir
akşamı daha sensizliğimle karşılarım
Sönen
gözlerimden süzülür özlem dolu yaşlarım
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
Geçer giderken
dumanlı kentin sokaklarından
Çığlık gibi
kapanır kapılar, camlar, perdeler
Bir gülüşün
kalır, durur tınısı duvarlarında
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
Sensiz
yalnızlıklar astım kanar içimde
Damarlarımda
uyuyan sevincim ölür içimde
Şimdi biraz daha
zor sensiz saatleri içmek
Bir ömür geldi
geçti, uçtun sonsuzluğa
ABDULLAH:
(fon müziği)
Zekeriya Bey göz
gördü, gönül sevdiyse, göz göze gelindiyse yapılacak bir şey yok.
Hele o gözler
çağla yeşili ise.
Meydan
savaşlarından aşkın
Sırat
köprülerinden geçmişiz kanatsız
En soğuk
nazarlarla
Çağla gözlerine
krağı düşmüş zamansız
Aşk rüzgarlarıyla
savrulmuş saçların
Tutup tellerine
mızraklar vurulmuş
En güzel aşk
türküleri yakılmış adına
Saçların sevda
sevda savrulmuş
Çağla yeşili
gözlerinden
Aşkın
baharlarına ermiş gönlümüz
Bakışlarınla
çiçeklenmiş sevdalar
Mutluluğun
sırrını ermiş sevdalar
En soğuk
bakışlardan
Baharları
çalmışız çağla gözlerinde
Aşkın dorukları
çiçeklenmiş
Gizliliğimiz
kalmamış gönüllerde
ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ)
birde sen gitme (yol’a düş)
Öyle bir gitmişsin ki benden,
Anlatmaktan yoruldu seni, tüm
şiirler.
Ve bir gülüşün vardı ki, kelebek konsa gülüşüne,
intihar ederdi kelebekler gülüşünden.
Gidilmemiş yerlerin, yerine
getirilmemiş sözlerin, dilimin ucuna takılıp kalmış cümlelerin pişmanlığını
duyuyorum şimdi.
Siz hiç sevdiğinizin bir daha
dönmemek üzere gidişini izlediniz mi?
Ben izledim.
Üstümden silindir gibi
geçmesini, beni ezip geçmesini izledim.
Ve şimdi, duyduğum o iç
sızısını yaşıyorum.
Kimi alkole, kimi de
aptallığına verirmiş kendini, galiba her ikisi de mevcut gibi görünüyor bende.
Herhangi bir günden farkı yok
dediğiniz bir gündür o gün. Gelişi güzel
bir vedalaşmayla başlar her şey.
Kendinizden öylesine
eminsinizdir ki, uzun bir süre hiç konuşmazsınız.
Hiç bir yerde durmaz, hiç bir
şeye de bakmazsınız.
Dokunmazsınız bile birbirinize.
Kaçamak bakışlarla bakarken
birbirinize, sessizliği bozar sevgilinin sesi. “Ayrılmak istiyorum senden!” bir
külçe gibi en derinlerine yol alırken sözleri, batar cam kırıkları yüreğine.
“Sonsuza kadar seninim
demiştin, söz vermiştik birbirimize, hiç ayrılmayacaktık” diyecek olursun,
kocaman bir el sıkmaya başlar boğazını, düğümlenir kelimeler usunda.
Dudaklarından akarken veda
busesi, önce gözlerinden yaşlanırsın, sonra kirpiklerin, saçların, yanakların.
Yaşlanırsın günü katlederken,
sigara izmaritleri dağ olmuştur kül tablasında.
Son bir umut “geri dön” demek
için sarılırsın telefona.
Telefonun ucundan soğuk bir ses
karşılar seni.
“Aradığınız numara
kullanılmamaktadır”
Ve sen kadın, öyle bir
gitmişsin ki, telefon numaran bile gitmiş benden.
Neyin varsa
yaktım,
Küllerini un
ufak ettim avuçlarımda…
Savurmadım,
savuramadım.
Ne yalan söyleyeyim, savrulup
gitmeni katlanamazdım. Gidersen ağlamam derdim.
Şimdi geçerken uğrayacağını
bilsem,yağmurlar yağdırırım kirpiklerime gözlerimden.
Ve sen kadın,
Öyle bir gitmişsin ki
benden,
Tükettiğim şarap şişesi kadar
boş, tıka basa doldurduğum kül tablası kadar doluyum bu gün.
ABDULLAH:
Anlatılmamış öykülerin izlerini taşır yürek.
Titrek bir sesle yankılanırken çaresizliğin sesi, duyulur duyulmaz bir
sesle, törpüler hayat, sivri uçlarını acıların.
Sorulan sorular bile yanıtsız kalır, kendini bulursun soruların yanıtında.
Sessizliğin çıldırtan uğultusu kulaklarında yankılanırken, yüreğindekileri
döker gözlerin.
Karabasan gibi çöker, bir vedaya kılavuzluk ederken hain geceler.
Bir kısırdöngünün içinde, sıkışır kalırsın.
Yüreğine batar cam kırıkları, ılık ılık kanar derinden.
Sıcak bir el dokunsun istersin yüreğine.
Soğusun yüreğin,
Biraz serinlesin, sonrasında her şey gibi bu da geçsin.
Bilirsin çünkü hayat ikiyüzlüdür, düşlerinin yüzüne soğuk su vursan, belki
kendine gelirsin.
ZEKERİYA:
Kal desen durdurabilir miydin giden
sevgiliyi?
Bir gece yarısı ellerin kan içinde
sunsaydın ona kalbini?
Gitmek isteyene ne denir ki?
Gitmeyi kafasına koymuşsa,
gitmek isteyen,
Sen seviyorsun
diye de kal denmiyor.
Âşık olduğundan ayrılsa da
aşktan ayrılamazmış insan.
Mısralara dökersin ancak
içindekileri.
Kal
diyemediklerimiz için…
(FON
MÜZİĞİ)
Birine,
sen seviyorsun diye kal denmiyor.
Gidecek
birini seviyorsan,
senin
olmayan birini seviyorsan,
gözünden
yaş yerine ömrün akıyor.
Sen
hiç…
Sen
hiç sevdin mi senin olmayan birini?
Ve sen hiç duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi?
Ve sen hiç duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi?
Yanaklarından
süzüldü mü hiç bir başkasının gözyaşları?
Yabancı
hıçkırıklar gelip düğümlendi mi göğsünde?
Senin olmayan
rüyalar gördün mü?
Senin olmayan birini sevdin mi?
Senin olmayan birini sevdin mi?
Gidecek birini
seviyorsan,
Gidecek birini
seviyorsan
Kal denmiyor
Kal
denmiyor
Sen…
Sen seviyorsun
diye.
ABDULLAH:
“Kitap okuyan insan düş kurar.
Düş kuran insan
düşünmeye başlar.
Düşünen insan
soru sorar.
Soru sormaya
başlayan insan sürünün koyunu olmaz, birey olur.” Der Muzaffer İZGÜ
Bir eğitimci
olarak ilim, fen ve uygarlık yolunda yarışan yurttaşlar yetiştirmeye çalıştım.
Okudum, öğrendim, öğrettim. Öğrenmenin emekliliği olmaz. Emekli oldum ama şimdi
de okuyor, yazıyorum. Yayımlanmış 10 kitabım ve 10 tiyatro eserimin yanı sıra 8
adet basıma hazır bulunmakta.
Söz konusu
memleketse gerisi teferruattır.
Nazilli’de
kültür sanat festivali olur da Nazilli’den söz etmemek olur mu?
Demirci Mehmet
Efe Yunan’a karşı durdu
Sümerbank çok
özeldi, onu Atatürk kurdu
Fakültemiz
olmadan meslek edinmek zordu
İlim irfana
daldım, Nazillim Nazlı İlim
Yedi iklim
benzerini bulamam
Yüz yaşını aşsam
da sana doyamam
Her şeyden
geçsem sensiz olamam
Hasretin bağrımı
yakar Nazillim
(Nazilli
türküsü)
ZEKERİYA:
Adamın biri
arabası ile yol almakta iken lastiği patlar. Arabasını hemen yol kenarına
çekip, tekeri söker. Ama söktüğü bijonlar yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılacak gibi değildir. Bütün uğraşmasına rağmen bijonları düştüğü
yerden alması mümkün olmaz adamın. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar,
çaresiz kaldırıma çöker. Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı
penceresinden izleyen deli seslenir;
-Ula salak! Sen
ne yapıyorsun orda öyle?
-Sorma birader,
lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
-Düşündüğün şeye
bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar, hepsi üç bijonlu olsun, seni
lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen
denileni yapar ve akıl hastanesindeki deliye seslenir;
-Senin ne işin
var tımarhanede?
Cevap müthiştir…
-Biz burada
delilikten yatıyoruz, salaklıktan değil!
Doğru söze ne denir? Sorgulamayan
memleket insanımın başına neler gelmiş, kafayı bir uzatalım bakalım.
Gün geçmiyor ki
memlekette uyanık geçinen uyanıkları tokatlayan uyanıklar peydahlamasın. Bir
tosuncuk çıkıp Avrupa’nın ve Dünyanın en büyük sığır çiftliğini kuracağım
dediğinde ilgili ilgisiz bütün ahali alkış tutmuş, dualarla, besmeleyle,
tekbirlerle ve de şaşalı bir tanıtım gösterisi yapmışlardı. Haliyle gözüne para
hırsı bürümüş memleketim uyanıkları bir koyup üç alacağız derken, babayı
aldılar ne yazık ki. Tosuncuk tarafından bakınca olayı, tosuncuğun doğru
söylediği kanaati oluşuyor ister istemez insanda. Ne demişti tosuncuk?
“En büyük sığır çiftliğini kuruyoruz.” Peki,
kuruldu mu sığır çiftliği? Kurulmuş, gördük medyada, Tosuncuk öyle bir çiftlik
kurmuş ki söylediğini yapmış, helal olsun sana tosuncuğum dedirtti cümle âleme.
Etimizi bile bir ilimizin yüz ölçümü kadar bile olmayan yerden ithal ederken,
bu çiftlik meselesini analiz etmeyen ahali haliyle mizah konusu olup,
tosuncuğun çiftliğine sermaye oldular.
Bu arkadaşların
işi zor gibi gözüküyor, bundan sonra et, süt ürünleri tüketmezler gibime
geliyor.
Bu da nereden
çıktı diyeniniz olur diye izah edeyim efendim.
Vallahi benden
çıkmadı, İhlas Finans’a para kaptıran Erzurumlu hacı amcadan çıktı.
Erzurumlu hacı
amca kendisi ile röportaj yapan bir televizyon muhabirine şunları söyler;
“Gızım bene hacı
deme, bene gavat de, gavat. İnandık bu dürzilereyatırdıh paramızı. Onnara öyle
gızmışam ki bir aydır namazlarda ihlas suresini bile ohumiram.”
ABDULLAH:
”Umut, uyanık adamın rüyasıdır.” Der Aristoteles.
Haliyle memleketimde kısa
yoldan köşeyi dönmek isteyen uyanıklar olunca, başka uyanıklar da tüy
yolmaktaki maharetlerini esirgemiyorlar bu uyanıklardan.
Yılda iki sefer dolandırılan
memleketim insanı, muhteremi önce başına taç yapar, sonra büyük oyunu
görmüyorsunuz der ve dış mihraklara havale eder işi.
Öyle bir ülke haline geldik ki,
Allah diyenden cüzdanlarımızı, namus diyenden namusumuzu, ahlak diyenden
çocuklarımızı korumak zorunda kaldık.
Tilkinin kümesi çok iyi
tanımasından dolayı bekçi yapılınca, durum kaçınılmaz oluyor haliyle.
Bir ipte iki cambaz oynamaz
Bir ipte bir sürü cambaz
Hilebaz madrabaz kumarbaz
İp niye kopmaz
Bir ipte iki cambaz oynamaz
Bir ipte bir sürü cambaz
Ateşbaz, icrebaz, hokkabaz
İp niye kopmaz
Sevgili izleyenler, sahi ip niye kopmaz?
ZEKERİYA:
İp kopar mı
kopmaz mı bilemem lakin “Ot kökü üstünde biter.” Diye bir söz vardır.
Çocuk, ailesinin
yetiştirme tarzına, öğrenci ise, öğretmeninin tutumuna uygun olarak yetişir.
Bir millet,
kendi tarihi, kültürü ve manevi değerlerinden güç alarak ilerler.
Milli
değerlerini hor gören ve onları yok sayan milletlerin ilerlemesi şöyle dursun,
soysuzlaşır ve tarih sahnesinden silinir giderler.”
BURAYA
KADAR ELLİ DAKİKA
(türkü/ senin derdin hiç bitmiyor
dünya)
ABDULLAH:
Fedakârlık
aranan ve zor bulunan çok değerli bir hazine gibidir. İnsan ilişkilerindeki
anahtar kelimedir o.
Herkesin kendini
fedakâr sandığı son derece gerçek
bir sahtekârlık tarafımızın gizli yüzüdür aslında.
Fedakârlık dendiğinde hemen herkesin aklına karşılık
beklemeden yapılan iyilik vs. gelir.
Fedakârlık
dediğimiz her şey, salt karşıdakini memnun etmek için, karşılıksız
yaptığımızı söylediğimiz eylem ve davranışlardır değil mi? Koskoca bir yalan.
Kendimizle yüzleşmemizin zamanı geldi.
Fedakârlık
beklentidir. Büyük fedakârlık ise büyük
beklenti demektir.
Zaten o sebepledir ki, her biten ilişkinin
ardından “ben
onun için neler yapmıştım oysaki” gibi cümleleri kurar, veryansın
ederiz.
Yaptığımız
fedakârlık gerçekten karşılıksız mı? Yaptığımız her şey o’nun için gibi gözükse de,
her şey ama her şey aslında kendimiz
içindir. Hayallerimiz için. Kendi mutluluğumuz, kendi geleceğimiz
içindir.
“Bizim için” diye başladığımız
her cümle esasında “benim için“ in bir başka
halidir.
Oysa bizim
yaptığımız ve bildiğimizin aksine, gerçek fedakârlığın lafı bile edilemez. Ama
ne tezattır ki, insan yaptığı
şeyin bilinmesini ister içten içe. Hatta kendisine bile itiraf
edemez. Bilinmesini ister ki,
beklenti ortaya çıksın.
Yaptığınız fedakârlıklara karşılık
alabildiğiniz sürece her şey güzeldir. Karşılık alamamaya başladığımızda “Ben O’nun için neler yapmıştım? Nelerimi
vermiştim?” Cümlelerine döner durum.
Gerçek bir ilişki eşitlikler arasında kurulur.
Yapılan şeylerin
eşitliğidir bu. Bir tarafı diğerinden daha değerli kılmayacak eşitlikler. “Ben
senin için neler yapmıştım?” dedirtmeyecek
eşitlikler.
Evet, gerçek fedakârlık
karşılıksız olandır.
Onun için uğruna feda edersiniz. Feda
etmek, zaten gözden çıkarmak, kaybetmeyi göze almaktır elindekini.
ZEKERİYA:
(fon müziği)
Gecenin o çıplak
saatinde, şizofreni yalnızlıklar mıydı delirten beni, yoksa geceyi bu kadar acı
yapan yalandan sevdalar mıydı, çıldırtma saatleri gecenin?
İmkânsızdık biz.
Bir yerlerde
karşılaşmış olmanın tesadüf mü, kader mi olduğunu düşünemeyecek kadar
imkânsızdık biz.
Bazen yalnızlık,
bazen sevinç, bazen bir tebessüm, bazen bir damla gözyaşı ama hep bir sevda
içindi belki de imkânsızlığımız.
Şimdi her gün,
her nefes alışımızda, yeniden ve bilerek durdurabiliriz acılarımızı, çünkü
aşkın acılarını sevmeyi öğrenirmiş insan.
Elimde, dilimde, aklımda ne varsa, hepsi sevdaya dâhil, hepsi
sevda için.
Kalpte sevdanın izi başka, sözü başka, dili aşka..
Her şeyin
yeniden doğacağı ve yeniden umudun serpileceği zamanlarda, yani tam da aşkın
hüzünlü acısından kurtulmaya çalışırken geliyorsa umutlar, gel temizle ne varsa
geçmişimizde, ne saklıysa içimizde, ne gizlenmişse bizden saklı, bizden öte,
gölgeleri bile sarhoş eden kokusu aşkın.
Aşkı ararken bir
sokak lambasının gölgesinde, insansız iki bedendik biz, insansız iki beden.
Sırlarla dolu
aşk hikâyesinin tanığı sokak lambası, aydınlatırken ölü bir kelebek kanadını,
ne mutluluk verici şey seni anımsamış olmak.
İmkânsızdık,
insansızdık, bunca kanayan geceden sonra, yine de eksiğiz biz,
hep bir yanımız
eksik.
Anlayacağın, bir
varsın, bir yoksun,
Artık o kadar
uzaksın ki...
Cümleler bile
yorulur uzamaktan.
Neden
bilmiyorum, bu söz dokundu bana.
Sonbahar bile çaktırmadan
tasını tarağını toplayıp gitti.
Yıllar oldu,
Başka bir şey
olmadı.
(Türkü - dokunma keyfine yalan
dünyanın)
ABDULLAH:
Söz ağızdan
çıkıncaya kadar sözdür, sonrası keskin bir hançer, hedefine saplanan kurşun
olabilir.
Hoşgörümüzü ve
insani duygularımızı yitirmememiz dileği ile hepinize esenlikler diliyorum.
Hoş kalın, hoşça
kalın.
Sürçülisan
ettiysek affola.
ZEKERİYA:
Hangi yaşta ölürsek ölelim, tamamlanmamış cümlelerimiz
olacak.
Herkesin bir
hikâyesi vardır.
Kimi kâğıda
yazar hikâyesini, kimi etine.
Hikâyelerimizin
mutlu bitmesi dileği ile sevgiyle kalın, hoş kalın, hoşça kalın.
Aşkla
kalın.
0 yorum:
Yorum Gönder