ABDULLAH:


ABDULLAH:

Nazilli’ye çık ta gel
Menderes gibi akta gel
Gönülleri yak ta gel
Nazilli’de buluşalım
Festivalde söyleşelim

Portakallar çiçekteyken
Sevgi, saygı petekteyken
Tüm güzellikler yürekteyken
Nazilli’de buluşalım
Hep beraber eğleşelim

Şehirler insanlığa, uygarlığa olan hizmetleriyle değer kazanırlar. 
O nedenle amaçlarını gerçekleştirmek için özveriyle çalışır, birbiriyle yarışırlar. Onları değerli kılan ve markalaştıran gerçekleştirdiği eserlerdir.
Şehirleri diğer şehirlerden farklı, değerli ve önemli kılan hayat tarzı, kültür ve sanat dallarındaki örnek ve başarılı çalışmaları, uygarlığa sunduğu eserler, gönülden yapılan işlerle gerçekleşir.
Kültür ve sanat ruhların zaferi, insanların doğa ile bütünleşmesi, hayatın keyfi, edebi ve evrensel bir ihtiyaç, ulusal kültürümüzün, uygarlığın en önemli ve verimli kaynağıdır.
Sanatın konuşulmadığı, kültürün yok olduğu yerde karanlık kaçınılmazdır.
Bu sene onuncusunu gerçekleştirdiğimiz,  Nazilli Kültür Sanat ve Edebiyat Festivalinin gerçekleşmesinde emeği geçen, başta Belediye Başkanımız Sayın Haluk Alıcık, Kültür Müdürümüz Sayın Fatih Demir, festivalin organizasyon yükünü omuzlayan sevgili Vedat Tuğrul ve belediyenin fedakâr çalışanlarına teşekkür ediyor, siz değerli sanatsever dostlarıma,sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Hoşça vakit geçirmenizi diliyor,hoş geldiniz diyorum. 

ZEKERİYA:

Öncelikle sevgili Abdullah Hocamın bu sözlerini ve temennisini yürekten katıldığımı ifade etmek isterim.
Bu vesile ile bizleri onurlandıran protokolün değerli üyelerine ve siz değerli sanatsever dostları aramızda görmekten duyduğum mutluluğu ifade etmek isterim.
 Ne okursan ve nerede okursan oku,
İnsanlık haddini bilmekte gizlidir.
Umuyor ve diliyorum haddimizi aşmadan sizlerin hoşça vakit geçirmenizi sağlayabiliriz.







ABDULLAH:

Maşuk olacak ki aşk olsun.
Bir deliye aşk nedir diye sormuşlar.
Ben niye deli oldum demiş deli.
Aşk gönülden gönüle gelir, tercüman olur ona dil.
Öz, göz, gönül aynı dilden konuşur.
Tüm acılar, özlemler, sevinçler, erinçler yansır dizelere, aşk olur.
Cemal Safi’nin dizelerinde ise vurgun olur.
(Vurgun şarkısı okunabilir…)

Gözlerim uykuyla barıştı sanma,
Sen gittin gideli dargın sayılır...
Ben de bir zamanlar sevildim amma,
Seninki düpedüz vurgun sayılır..

Yalan mı söyledin göz göre göre,
Ne zaman dolacak verdiğin süre?
Gönülden gördüğüm takvime göre,
Aldığım her nefes bir gün sayılır..

Armağan ettiğin kutsal mendile,
Akarken içimi dağlayan çile,
Manavgat denilen çağlayan bile,
Benim gözyaşımdan durgun sayılır..

Ne kadar zulmetsen ah etmem sana,
Her iki cihanda gül kana kana...
Seninle Cehennem ödüldür bana,
Sensiz Cennet bile sürgün sayılır !..





ZEKERİYA:

Derde düşmeye gör.
Nasıl da kördüğüm olursun kimsesizliğinle,
Koşup koşup da koparmış gibi ipini,
nasıl da varamazsın kendine,
Bilmezdim, bu sevdaya düşmeden önce,
düşe kalka, yara bere dizlerin, dirseklerin.
Kan çanağı gözlerin,
ağlayamazsın.
Gözkapakların bile hasret kalır birbirine.

Nice sevdalara tanıklık etmiş bu topraklarda, nice sevdalar yaşanır da Sevgili Abdullah Hocam yaşamaz mı? Dinleyelim bakalım kendisini, neler yaşamış?


ABDULLAH:

Ben de sevdim bir zamanlar
Unutulur mu o anlar
Aşkı ancak sevenler anlar
Yandı yüreğim kor oldu

İlkokul aşkım Özgül’dü
Adı gibi gonca güldü
Göz göze gelince gülerdi
Yandı yüreğim nar oldu

Sınıfımızın kızıydı
Yüreğimde ince sızıydı
Ele geçmez tazıydı
Yandı yüreğim har oldu



ZEKERİYA:

Ferhat bile dağları delmiş Şirin için.
Mecnun çöller aşmış Leyla’sı için.
Bunca aşk hikâyeleri yaşanır, destanlaşır da, benim memleketimde de yaşanmaz olur mu?
Yaşanmış elbette!
Bir inşaat kazısı esnasında bulunan, 71 model murat 124 jantları, ışık tutar geçmişe. 
Henüz kazı çalışmalarının devam ettiği ve ilk buluntularda ele geçirebildiğim, tampondaki “olameyor” yazısı ile başlayan hummalı çalışma ve sonuç.
Kel Amadınolu İbram ile KapısızlanMemedingızıHatça’nın aşkı.
Kel Amadın İbram içini bi dökmüş ki soma gitsin.

(fon müziği lov stor)
Anangillendüğünevinegidiyodun
Elinde çanta,
Sırtında morcivet manto vadı
İrimin başında gaşıleştik
Kafamı çevirip baktım yüzüne
Yüzün ay gibi parleyodu
Şurama bişe çakıldı 
Az seninde bakasın vadı emme
Olmadı, olamadı, olameyor.

Aşamüstlene çok sevedim
Arabenen sizin irimden geçeken ara gazı veridim
Aragazını duyan anan garı bubana haber saladı
Sen elinde desti çeşme su doldurma gidedin
Ben çeşmenin başında, susadım çeşmeye şarkısı çaladım
Bakışıdık, melun melun bakışıdık.
Bubanolcek adamın sesi yankılanınca irimin başından
Sen eve kaçadın elinde desti, ben zetintalasının içinde arıbenenuçadım.
Az seninde gelesin vadı emme
Olmadı, olamadı, olameyor.

Bi gün canıma tak dedi,
Akşam yer sofrasında yemekteydi
Ben Hatçeisteyom, isteverin dediydim
Anam kim Hatça? Dedi
KapısızlanMemed’ingızı Hatça dedim,
Dedim demesine de bubamdanbi tepik yedim
Tepiği yiyince aç ganım da doymuşdu
Evden çıkakenbubam akamdan sövüp durudu
Anam kapısızlangızına mı galdı olum deyip durudu
Olmadı, olamadı, olameyor.

Anan garı benim gızım Kel Amadın çulsuz oluna mı kaldı demiş.
Bubanolcek adam da Kel Amadlaraverilcekgız yok ben de demiş.
Bubamlanbuban yıllar önce kavga etmiş
Kavgaya muhtarın gızı Aşa sebebmiş
Sen alcen ben alcendeken
Balmatlıktabubambubanadövesemiş
Keşke balmatlıktabubambubanadövmisemiş.
Bakışıdık, melun melun bakışıdık.
Az seninde varasın vadı emme
Olmadı, olamadı, olameyor.










ABDULLAH:
“Bilmek” veya “Bilmemek” diye bir şey yoktur, kişinin bilincinde, bilen ile bilmeyen ayrımı yerleşmemişse öğrenmek gibi bir derdi de yoktur kişinin.
Oysa bütün mesele bilmek veya bilmemektir.
Bir şeyi bilenler her yerde uluorta öylesine konuşmaz, konuştuğunda da sözlerini ölçer biçer ona göre söyler.
Her yerde olur olmaz konuşup, söz söyleyenler de çoğu zaman söyledikleri sözün manasından haberdar bile değildirler.
Bir Kızılderili atasözü der ki;
“Bildiklerini anlat, ama akıl vermeyi kalkma. Anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma.
Sessiz kalmak bir şey bilmediğin anlamına gelmez, çok şey konuşmakta çok şey bildiğini göstermez.
Her kesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmekte korkaklıktır.
Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir.”
 Ne demiş Konfüçyüs?
“Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkutucu olamaz.”

(Türkü devreye girer)
“Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin

Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığıma
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin


Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekân kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin”

Değerli üstat Neşet ERAŞ ustaya saygı ile yâd ediyoruz. Ruhu şad olsun.

ZEKERİYA:
Yaşam, sevmenin iniş çıkışlarıyla renklenir.
Birini öyle seversiniz ki, kalbiniz acır sevmekten.
Size ait olan en değerli emaneti, canınızı bile verebilecek kadar tutkuyla seversiniz.
Aşkın büyülü dünyasıyla tanıştığınızda, sevgi ruhunuzu ele geçirir, bir gökkuşağının içinde renkten renge koşarken bulursunuz kendinizi.
Dünyada artık her şey tozpembedir.
Savaşlar, açlık, hastalıklar, aşkın büyüsüne kapıldığınız sürece kaybolmuştur. 
Sizin düşünecek daha önemli şeyleriniz vardır.
Aşk, düşler ülkesine yapılan en değerli yolculuktur.
Orada umut vardır, orada başka bir dünya ila tanışırsınız. Büyülü bir el dokunmuştur dünyanıza.
Gökyüzünde süzülerek uçmak duygusu yaşanır, aşkın gizemli dünyasında. 
Bazen binlerce metre yüksekten paraşütsüz düşmeye benzer aşk.
O nasıl anlatılması zor bir acıdır, nasıl bir ıstıraptır ki ancak yaşayan bilir.
Bir anda bütün inançlarınız yıkılır.
O güne kadar bildiğiniz, inandığınız ve savunduğunuz her şeyin yalan olduğunu düşünürsünüz.
Çektiğiniz acı sadece bedeninizi değil, ruhunuzu da parçalar.
Ayağa kalkmak istersiniz, düşersiniz, her yanınız kırılmıştır, tekrar düşersiniz.
Bazen bir el uzanır, bazen etrafta kimseyi bulamazsınız.
Aradan zaman geçer.
Yaralarınız, kırıklarınız iyileşir.
Ruhunuz bile toparlanır ama kalbinizin orta yerinde hep bir iz kalır.
Vakit ilerledikçe, sürgün verir yürek, bahar gelir, bir yanınız coşmaya meyillidir.
Bir kere tadına varmışsanız aşkın, kimseye söylemeseniz de, uykuya dalmadan önce yalnızlığın ağır hüznünü hissedersiniz.
Bir ses, bir nefes ister gönül.

ABDULLAH:
Şiir, düşsel olanla olmayanın çarpışmasıdır aynı zamanda.
İnsanın başını döndüren, aşk çığlığıdır kimi kez.
Ne zaman kapımızı çalacağı belli olmaz.  
Aşk, beklenene dönecekse eğer, bekleyenin gözü yoldadır, kulağı kapı zilinde asılı kalır.
Hem kör, hem dilsizdir bekleyen!

Sensiz yalnızlığa çörekleniyor geceler
Zaman artı bin kere zaman oluyor
Geceler içinde bir ben yapayalnız
Bir ben gözleri uzun şimdi

Mutluluğa açıktı oysa aralık kapılar
Zaman gene de artı bin kere zamandı
Sensiz bir zaman denizinde şimdi
Kıyılarına ölüm vuran yalnızlığım kaldı

(YALNIZIM DOSTLAR / ŞARKISI)






ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ)
Tepeden tırnağa sarhoşluğa dalmışım,
Ve seninle avunurken sol yanım
Ve sana düştüğümde kirpiklerimin arasından
Keşke’ler yutarım sayfalar dolusu
Sen akşam olursun
Ben şiirler susarım
Sonra yokmuş gibi yapıp,
sinsice kanar sustuklarım.
Susmak…
Susmak hiç bu kadar zor olmamıştı,
İki kelime söylesem,
Nefesim ölecek gibi.
Bazen aşk…
Bazen aşk iki lafı bir araya getirememektir.
Seni dersin.
Tükenir…
Tükenir nefesin.

ABDULLAH:

Şiir, yüreğin sesidir.
Ruh halleridir. Özlemler, acılardır.
Yaralanan, kırılan kalbin ıstıraplarıdır.
Sevdanın güzellikleri, umudun acının sevdaya yüklendiği sorumluluktur.
Kaderdir, talihtir.
İnsanın başını döndüren, aşk çığlığıdır kimi kez.
Ne zaman kapımızı çalacağı belli olmaz.  

Bursa akşamlarını bilmezsiniz siz
Yağmur yağar cisilcisil
Kar yağar inceden inceden
Vitrinlerde en güzel kadınlar durur
Vurur vurur da öldürmez ayrılık
Ayrılık dediğin şeytan azabı
Bir kaşık suda boğar insanı

Ağora meyhanesine giderim
Şarap kokar, aşk kokar, sen kokarım
Her kadehte gözlerin güler
Bir bahar yelidir eser Uludağ’dan
Kekik kokar, ardıç kokar
Sen kokarsın

Yarı aralık kapılarda muştular
Kadehler dolar boşalır
Gözlerim boşalmaz
Söğüt dalları sarılır omuzlarıma
Gözlerinin yeşili söğüt dalları
Tutar en güzel şiirler okurum
İlan-ı aşk ederim yeniden
Yeniden kadehler dolar boşalır
Gözlerim boşalmaz

(ŞARKI / BAK YEŞİL YEŞİL)















ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ)
Her nereye gitsem, farkı yok geceyle gündüzün
Ufkumda kümelenmiş bulutlar renginde hüzün
Uyuyor gibiydin sanki bembeyazdı yüzün
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa

Esbabına tevessül ederken uzak diyarlara
Maviliğini yitirdi sular, daldılar karanlığa
Güneşin son ışıkları çekilirken dağlara
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa

Aklımdan bir bir geçiyor senli anılar,
Uzun bir yolculuk, sonsuzdu sanki yıllar
Nefesim buz tutar, kopar içimde fırtınalar
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa

Uzun bir sessizlik içinde sensiz akşamlarım
Sensiz bir akşamı daha sensizliğimle karşılarım
Sönen gözlerimden süzülür özlem dolu yaşlarım
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa

Geçer giderken dumanlı kentin sokaklarından
Çığlık gibi kapanır kapılar, camlar, perdeler
Bir gülüşün kalır, durur tınısı duvarlarında
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa

Sensiz yalnızlıklar astım kanar içimde
Damarlarımda uyuyan sevincim ölür içimde 
Şimdi biraz daha zor sensiz saatleri içmek
Bir ömür geldi geçti, uçtun sonsuzluğa





ABDULLAH:
(fon müziği)

Zekeriya Bey göz gördü, gönül sevdiyse, göz göze gelindiyse yapılacak bir şey yok.
Hele o gözler çağla yeşili ise.

Meydan savaşlarından aşkın
Sırat köprülerinden geçmişiz kanatsız
En soğuk nazarlarla
Çağla gözlerine krağı düşmüş zamansız

Aşk rüzgarlarıyla savrulmuş saçların
Tutup tellerine mızraklar vurulmuş
En güzel aşk türküleri yakılmış adına
Saçların sevda sevda savrulmuş

Çağla yeşili gözlerinden
Aşkın baharlarına ermiş gönlümüz
Bakışlarınla çiçeklenmiş sevdalar
Mutluluğun sırrını ermiş sevdalar

En soğuk bakışlardan
Baharları çalmışız çağla gözlerinde
Aşkın dorukları çiçeklenmiş
Gizliliğimiz kalmamış gönüllerde










ZEKERİYA:
(FON MÜZİĞİ) birde sen gitme (yol’a düş)

Ve sen kadın,
Öyle bir gitmişsin ki benden,
Anlatmaktan yoruldu seni, tüm şiirler.
 Ve bir gülüşün vardı ki, kelebek konsa gülüşüne, intihar ederdi kelebekler gülüşünden.
Gidilmemiş yerlerin, yerine getirilmemiş sözlerin, dilimin ucuna takılıp kalmış cümlelerin pişmanlığını duyuyorum şimdi.
Siz hiç sevdiğinizin bir daha dönmemek üzere gidişini izlediniz mi?
Ben izledim.
Üstümden silindir gibi geçmesini, beni ezip geçmesini izledim.
Ve şimdi, duyduğum o iç sızısını yaşıyorum.
Kimi alkole, kimi de aptallığına verirmiş kendini, galiba her ikisi de mevcut gibi görünüyor bende.
Herhangi bir günden farkı yok dediğiniz bir gündür o gün.  Gelişi güzel bir vedalaşmayla başlar her şey.
Kendinizden öylesine eminsinizdir ki, uzun bir süre hiç konuşmazsınız.
Hiç bir yerde durmaz, hiç bir şeye de bakmazsınız.
Dokunmazsınız bile birbirinize.
Kaçamak bakışlarla bakarken birbirinize, sessizliği bozar sevgilinin sesi. “Ayrılmak istiyorum senden!” bir külçe gibi en derinlerine yol alırken sözleri, batar cam kırıkları yüreğine.

“Sonsuza kadar seninim demiştin, söz vermiştik birbirimize, hiç ayrılmayacaktık” diyecek olursun, kocaman bir el sıkmaya başlar boğazını, düğümlenir kelimeler usunda.
Dudaklarından akarken veda busesi, önce gözlerinden yaşlanırsın, sonra kirpiklerin, saçların, yanakların.
Yaşlanırsın günü katlederken, sigara izmaritleri dağ olmuştur kül tablasında.
Son bir umut “geri dön” demek için sarılırsın telefona.
Telefonun ucundan soğuk bir ses karşılar seni.
“Aradığınız numara kullanılmamaktadır”
Ve sen kadın, öyle bir gitmişsin ki, telefon numaran bile gitmiş benden.

Neyin varsa yaktım,
Küllerini un ufak ettim avuçlarımda…
Savurmadım, savuramadım.
Ne yalan söyleyeyim, savrulup gitmeni katlanamazdım. Gidersen ağlamam derdim.
Şimdi geçerken uğrayacağını bilsem,yağmurlar yağdırırım kirpiklerime gözlerimden.
Ve sen kadın,
Öyle bir gitmişsin ki benden, 
Tükettiğim şarap şişesi kadar boş, tıka basa doldurduğum kül tablası kadar doluyum bu gün.

ABDULLAH:

Anlatılmamış öykülerin izlerini taşır yürek.
Titrek bir sesle yankılanırken çaresizliğin sesi, duyulur duyulmaz bir sesle, törpüler hayat, sivri uçlarını acıların.
Sorulan sorular bile yanıtsız kalır, kendini bulursun soruların yanıtında.
Sessizliğin çıldırtan uğultusu kulaklarında yankılanırken, yüreğindekileri döker gözlerin.
Karabasan gibi çöker, bir vedaya kılavuzluk ederken hain geceler.
Bir kısırdöngünün içinde, sıkışır kalırsın. 
Yüreğine batar cam kırıkları, ılık ılık kanar derinden.
Sıcak bir el dokunsun istersin yüreğine.
Soğusun yüreğin,
Biraz serinlesin, sonrasında her şey gibi bu da geçsin.
Bilirsin çünkü hayat ikiyüzlüdür, düşlerinin yüzüne soğuk su vursan, belki kendine gelirsin.


ZEKERİYA:

Kal desen durdurabilir miydin giden sevgiliyi?
Bir gece yarısı ellerin kan içinde sunsaydın ona kalbini?
Gitmek isteyene ne denir ki?
Gitmeyi kafasına koymuşsa, gitmek isteyen,
Sen seviyorsun diye de kal denmiyor.
Âşık olduğundan ayrılsa da aşktan ayrılamazmış insan.
Mısralara dökersin ancak içindekileri.

Kal diyemediklerimiz için…
(FON MÜZİĞİ)
Birine, sen seviyorsun diye kal denmiyor.
Gidecek birini seviyorsan,
senin olmayan birini seviyorsan,
gözünden yaş yerine ömrün akıyor.
Sen hiç…
Sen hiç sevdin mi senin olmayan birini?
Ve sen hiç duydun mu başka bir yüreği kendi göğsünde atar gibi?
Yanaklarından süzüldü mü hiç bir başkasının gözyaşları?
Yabancı hıçkırıklar gelip düğümlendi mi göğsünde?
Senin olmayan rüyalar gördün mü?
Senin olmayan birini sevdin mi?
Gidecek birini seviyorsan,
Gidecek birini seviyorsan
Kal denmiyor
Kal denmiyor 
Sen…
Sen seviyorsun diye.






ABDULLAH:

 “Kitap okuyan insan düş kurar.
Düş kuran insan düşünmeye başlar.
Düşünen insan soru sorar.
Soru sormaya başlayan insan sürünün koyunu olmaz, birey olur.” Der Muzaffer İZGÜ

Bir eğitimci olarak ilim, fen ve uygarlık yolunda yarışan yurttaşlar yetiştirmeye çalıştım. Okudum, öğrendim, öğrettim. Öğrenmenin emekliliği olmaz. Emekli oldum ama şimdi de okuyor, yazıyorum. Yayımlanmış 10 kitabım ve 10 tiyatro eserimin yanı sıra 8 adet basıma hazır bulunmakta.
Söz konusu memleketse gerisi teferruattır.
Nazilli’de kültür sanat festivali olur da Nazilli’den söz etmemek olur mu?

Demirci Mehmet Efe Yunan’a karşı durdu
Sümerbank çok özeldi, onu Atatürk kurdu
Fakültemiz olmadan meslek edinmek zordu
İlim irfana daldım, Nazillim Nazlı İlim

Yedi iklim benzerini bulamam
Yüz yaşını aşsam da sana doyamam
Her şeyden geçsem sensiz olamam
Hasretin bağrımı yakar Nazillim


(Nazilli türküsü)







ZEKERİYA:

Adamın biri arabası ile yol almakta iken lastiği patlar. Arabasını hemen yol kenarına çekip, tekeri söker. Ama söktüğü bijonlar yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılacak gibi değildir. Bütün uğraşmasına rağmen bijonları düştüğü yerden alması mümkün olmaz adamın. Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker. Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen deli seslenir;
-Ula salak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
-Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
-Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar, hepsi üç bijonlu olsun, seni lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar ve akıl hastanesindeki deliye seslenir;
-Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir…
-Biz burada delilikten yatıyoruz, salaklıktan değil!

Doğru söze ne denir? Sorgulamayan memleket insanımın başına neler gelmiş, kafayı bir uzatalım bakalım.
Gün geçmiyor ki memlekette uyanık geçinen uyanıkları tokatlayan uyanıklar peydahlamasın. Bir tosuncuk çıkıp Avrupa’nın ve Dünyanın en büyük sığır çiftliğini kuracağım dediğinde ilgili ilgisiz bütün ahali alkış tutmuş, dualarla, besmeleyle, tekbirlerle ve de şaşalı bir tanıtım gösterisi yapmışlardı. Haliyle gözüne para hırsı bürümüş memleketim uyanıkları bir koyup üç alacağız derken, babayı aldılar ne yazık ki. Tosuncuk tarafından bakınca olayı, tosuncuğun doğru söylediği kanaati oluşuyor ister istemez insanda. Ne demişti tosuncuk?
 “En büyük sığır çiftliğini kuruyoruz.” Peki, kuruldu mu sığır çiftliği? Kurulmuş, gördük medyada, Tosuncuk öyle bir çiftlik kurmuş ki söylediğini yapmış, helal olsun sana tosuncuğum dedirtti cümle âleme. Etimizi bile bir ilimizin yüz ölçümü kadar bile olmayan yerden ithal ederken, bu çiftlik meselesini analiz etmeyen ahali haliyle mizah konusu olup, tosuncuğun çiftliğine sermaye oldular.
Bu arkadaşların işi zor gibi gözüküyor, bundan sonra et, süt ürünleri tüketmezler gibime geliyor.
Bu da nereden çıktı diyeniniz olur diye izah edeyim efendim.
Vallahi benden çıkmadı, İhlas Finans’a para kaptıran Erzurumlu hacı amcadan çıktı.
Erzurumlu hacı amca kendisi ile röportaj yapan bir televizyon muhabirine şunları söyler;
“Gızım bene hacı deme, bene gavat de, gavat. İnandık bu dürzilereyatırdıh paramızı. Onnara öyle gızmışam ki bir aydır namazlarda ihlas suresini bile ohumiram.”


ABDULLAH:

”Umut, uyanık adamın rüyasıdır.” Der Aristoteles.

  Haliyle memleketimde kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen uyanıklar olunca, başka uyanıklar da tüy yolmaktaki maharetlerini esirgemiyorlar bu uyanıklardan.
 Yılda iki sefer dolandırılan memleketim insanı, muhteremi önce başına taç yapar, sonra büyük oyunu görmüyorsunuz der ve dış mihraklara havale eder işi.
  Öyle bir ülke haline geldik ki, Allah diyenden cüzdanlarımızı, namus diyenden namusumuzu, ahlak diyenden çocuklarımızı korumak zorunda kaldık.
  Tilkinin kümesi çok iyi tanımasından dolayı bekçi yapılınca, durum kaçınılmaz oluyor haliyle.

Bir ipte iki cambaz oynamaz
Bir ipte bir sürü cambaz
Hilebaz madrabaz kumarbaz
İp niye kopmaz

Bir ipte iki cambaz oynamaz
Bir ipte bir sürü cambaz
Ateşbaz, icrebaz, hokkabaz
İp niye kopmaz

Sevgili izleyenler, sahi ip niye kopmaz?



ZEKERİYA:

İp kopar mı kopmaz mı bilemem lakin “Ot kökü üstünde biter.” Diye bir söz vardır.
Çocuk, ailesinin yetiştirme tarzına, öğrenci ise, öğretmeninin tutumuna uygun olarak yetişir.
Bir millet, kendi tarihi, kültürü ve manevi değerlerinden güç alarak ilerler.
Milli değerlerini hor gören ve onları yok sayan milletlerin ilerlemesi şöyle dursun, soysuzlaşır ve tarih sahnesinden silinir giderler.”

BURAYA KADAR ELLİ DAKİKA

(türkü/ senin derdin hiç bitmiyor dünya)
ABDULLAH:

Fedakârlık aranan ve zor bulunan çok değerli bir hazine gibidir. İnsan ilişkilerindeki anahtar kelimedir o.
Herkesin kendini fedakâr sandığı son derece gerçek bir sahtekârlık tarafımızın gizli yüzüdür aslında.
  Fedakârlık dendiğinde hemen herkesin aklına karşılık beklemeden yapılan iyilik vs. gelir.
Fedakârlık dediğimiz her şey, salt karşıdakini memnun etmek için, karşılıksız yaptığımızı söylediğimiz eylem ve davranışlardır değil mi? Koskoca bir yalan. Kendimizle yüzleşmemizin zamanı geldi.  
Fedakârlık beklentidir.  Büyük fedakârlık ise büyük beklenti demektir.
 Zaten o sebepledir ki, her biten ilişkinin ardındanben onun için neler yapmıştım oysakigibi cümleleri kurar, veryansın ederiz.  
Yaptığımız fedakârlık gerçekten karşılıksız mı? Yaptığımız her şey o’nun için gibi gözükse de, her şey ama her şey aslında kendimiz içindir. Hayallerimiz için. Kendi mutluluğumuz, kendi geleceğimiz içindir.  Bizim içindiye başladığımız her cümle esasındabenim içinin bir başka halidir.
Oysa bizim yaptığımız ve bildiğimizin aksine, gerçek fedakârlığın lafı bile edilemez. Ama ne tezattır ki, insan yaptığı şeyin bilinmesini ister içten içe. Hatta kendisine bile itiraf edemez. Bilinmesini ister ki, beklenti ortaya çıksın.
  Yaptığınız fedakârlıklara karşılık alabildiğiniz sürece her şey güzeldir. Karşılık alamamaya başladığımızda “Ben O’nun için neler yapmıştım? Nelerimi vermiştim?”  Cümlelerine döner durum. Gerçek bir ilişki eşitlikler arasında kurulur.
Yapılan şeylerin eşitliğidir bu. Bir tarafı diğerinden daha değerli kılmayacak eşitlikler. Ben senin için neler yapmıştım?” dedirtmeyecek eşitlikler.
Evet, gerçek fedakârlık karşılıksız olandır.
Onun için uğruna feda edersiniz. Feda etmek, zaten gözden çıkarmak, kaybetmeyi göze almaktır elindekini.  

ZEKERİYA:
(fon müziği)
Gecenin o çıplak saatinde, şizofreni yalnızlıklar mıydı delirten beni, yoksa geceyi bu kadar acı yapan yalandan sevdalar mıydı, çıldırtma saatleri gecenin?
İmkânsızdık biz.
Bir yerlerde karşılaşmış olmanın tesadüf mü, kader mi olduğunu düşünemeyecek kadar imkânsızdık biz.
Bazen yalnızlık, bazen sevinç, bazen bir tebessüm, bazen bir damla gözyaşı ama hep bir sevda içindi belki de imkânsızlığımız.

Şimdi her gün, her nefes alışımızda, yeniden ve bilerek durdurabiliriz acılarımızı, çünkü aşkın acılarını sevmeyi öğrenirmiş insan.
Elimde, dilimde, aklımda ne varsa, hepsi sevdaya dâhil, hepsi sevda için.
Kalpte sevdanın izi başka, sözü başka, dili aşka..
Her şeyin yeniden doğacağı ve yeniden umudun serpileceği zamanlarda, yani tam da aşkın hüzünlü acısından kurtulmaya çalışırken geliyorsa umutlar, gel temizle ne varsa geçmişimizde, ne saklıysa içimizde, ne gizlenmişse bizden saklı, bizden öte, gölgeleri bile sarhoş eden kokusu aşkın. 

Aşkı ararken bir sokak lambasının gölgesinde, insansız iki bedendik biz, insansız iki beden.
Sırlarla dolu aşk hikâyesinin tanığı sokak lambası, aydınlatırken ölü bir kelebek kanadını, ne mutluluk verici şey seni anımsamış olmak.
İmkânsızdık, insansızdık, bunca kanayan geceden sonra, yine de eksiğiz biz, 
hep bir yanımız eksik.
Anlayacağın, bir varsın, bir yoksun,
Artık o kadar uzaksın ki...
Cümleler bile yorulur uzamaktan.
Neden bilmiyorum, bu söz dokundu bana.
Sonbahar bile çaktırmadan tasını tarağını toplayıp gitti.
Yıllar oldu,
Başka bir şey olmadı.

(Türkü - dokunma keyfine yalan dünyanın)




ABDULLAH:

Söz ağızdan çıkıncaya kadar sözdür, sonrası keskin bir hançer, hedefine saplanan kurşun olabilir.
Hoşgörümüzü ve insani duygularımızı yitirmememiz dileği ile hepinize esenlikler diliyorum.
Hoş kalın, hoşça kalın.
Sürçülisan ettiysek affola.

ZEKERİYA:

Hangi yaşta ölürsek ölelim, tamamlanmamış cümlelerimiz olacak.
Herkesin bir hikâyesi vardır.
Kimi kâğıda yazar hikâyesini, kimi etine.
Kâğıt yanınca, et gömülünce biter hikâye.
Hikâyelerimizin mutlu bitmesi dileği ile sevgiyle kalın, hoş kalın, hoşça kalın.
Aşkla kalın.



Share on Google Plus

About HALİTT TÜKENMEZ

0 yorum:

Yorum Gönder